Zeytin... Semavi dinlerde adı geçen nadir ağaçlardan biri… Her medeniyet için farklı anlamlara gelen zeytin; İspanyol şair Lorca için Endülüs’ün hikayesi, Shakespeare’e göre barış ilanıdır. Kur’ân-ı Kerim’in Tin Suresinde zeytin üzerine yemin edildiğinden İslami anlayışta kutsal kabul edilir. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Mescid-i Aksa’ya gidilmesini teşvik etmiş, gidemeyenlerin ise aydınlatmada kullanılması için kandillerine zeytinyağı göndermesini teşvik etmiştir. Dünyanın birçok yerinde barışın simgesi olan zeytin ağaçları Filistin’de İsrailliler tarafından ateşe verilir veya sökülür. Filistin’de müslüman mezar taşları ve zeytin ağaçlarının kaderi aynıdır.
Masumiyetin simgesi Manolya… Çin kültüründe saflığı ve asaleti temsil eden manolya; Japonya’da doğa sevgisini, asaleti, azim ve onuru temsil eder. Kabuğundan yaprağına kadar şifa kaynağı olarak görülen manolya, tarih boyunca tıp alanında aranan bitkilerden biri olmuştur. Osmanlı’da saray, köşk ve yalıların bahçelerini süsleyen manolya; Ihlamur Kasrı, tarihi Beykoz Fidanlığı ve Dolmabahçe Sarayı'nda ziyaretçileri adeta tarihi bir yolculuğa davet eder. Bu eşsiz manzarayı Külliyemizde de Mayıs ayı itibariyle Ağustos ayına kadar temaşa edebilirsiniz.
Dertlere derman Sığla... Sığla nam-ı diğer Günlük Ağacı, çatlaklarından sızan balzamın kaynatılması ile türlü dertlere şifa olur. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde sığla yağının Mısır üzerinden Hindistan’a olan yolculuğundan bahsedilir. Osmanlı döneminde Marmaris’ten yola çıkan bu yağ birçok coğrafyada tedavi amaçlı kullanıldı. Kampüste bulunan Sığla ağaçlarını görünce durup selam verir, buzul çağından bugüne kadar var olduğu ve insanlığa birçok faydası dokunduğunu hatırlarsınız belki...
Huş… Yumuşak ve parlak dokusu ve en çok da sağlam yapıda olması nedeni ile her alanda tercih edilir. Aynı zamanda, süs bitkisi olarak da yetişir. Kabuğu, yaprağı ve tohumu genellikle hastalıklara karşı fayda sağlaması için bitkisel ilaç olarak da kullanılmaktadır. Sarı, kahverengi, kırmızı, beyaz ve kızıl gibi renklerde olan huş ağacı; mobilyacılık, oymacılık, tornacılık ve kaplamacılık gibi alanlarda kullanılmaktadır.
Bereketli Akdeniz havzasının gözdesi Pırnal Meşe… 20 metreye varabilen uzunluğu ile her dem yeşillik vaad eden Pırnal Meşe; Avrupa’nın Akdeniz ve Balkan bölgelerinde, Kuzey Afrika ve Türkiye’de yetişir. Geniş dalları arasında birçok kuşa yuva olan meşe ağacı, her mevsim canlılığını korur.
Erguvan; Boğaziçi’nde baharın müjdecisi... Her kültür ve inanışta farklı hikâyesi olan pembemsi ve mor rengiyle büyüleyen ağaç. İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi’nde de bulunan bu ağaç, Roma’da imparatorluğun rengidir ve kararlılık ile yüceliği temsil eder. Osmanlı medeniyetinde ise Bursa’da Emir Sultan Hazretleri tarafından tüm dervişlerin katılımıyla baharın gelişini haber veren Erguvan Şenliklerine ismini veren ağaçtır.
Mısır mimarisine yön veren Palmiye... Bilinen en eski tarihi Sümerlere dayanan palmiyegiller, Mısır mimarisi başta olmak üzere birçok medeniyete ilham olmuştur. Zeytin dalının barışı simgelemesi gibi palmiye yaprakları da zaferin simgesi olarak görülür. Külliyemizde olanca heybetiyle bizleri karşılayan bu ağaçlar birçok medeniyette kutsal kabul edilmiş, şahıs ve yer isimlerinde kullanılmıştır. Medeniyetimizde önemli bir yer tutan hurma da palmiyegillerdendir. Külliye’de yürüyüş yolunuza eşlik eden palmiyeler Antik Yunan’da zafer nişanesi olarak görülür, palmiye yapraklarından çelenkler hazırlanırdı.
Osmanlı’nın sembolü Çınar… Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü, dallanıp budaklanan ve cihanı saran ağaçtır. Osmanlı’nın gözde başkentlerinden olan Bursa’nın simgesi haline gelen çınar, Bursa’nın fethinde geyiğin üzerinde savaşa katılan Baba Sultan Hazretleri’nin türbesinde fetih gününden bu yana her geçen gün daha da büyüyerek varlığını sürdürür. Çınar ağacı; altında toplanılan, dost meclislerini bir araya getiren en kucaklayıcı ağaçtır. Beyazıt’ta, Emirgan ve Çengelköy’de çınarların altında fikir adamları, şair ve yazarlar bir araya gelmiş, bir yandan çaylarını yudumlarken diğer yandan ilmi ve edebi konularda istişare etmişlerdir.
Kampüsümüzdeki ağaç çeşitliliği sadece bu kadarla sınırlı değil elbette... Örneğin 4.500 metrekarelik alana yayılan meyve bahçemizdeki 124 meyve ağacına gelemedik bile... Yanından habersizce geçip gitmek yerine varlıklarını fark etmek, onlardaki canlılığı hissedip tazelenmek, güzden bahara, bahardan güze yaşadıkları değişimin canlı şahitleri olmak için belki de bu kadar söz bile fazla... Ne dersiniz?